28 Eylül 2012 Cuma

17

19uncu yaşımdan çok şey umuyormuşum ben. En güzel senem olacağını sanıyordum.
Birini kaybettim.
İğrenç bir insan oldum.
Ne hayattan tat alabiliyorum artık, ne de tat verebiliyorum hayata.
Gereksiz bir yaşam formu gibiyim.
Neden ölmüyorum hala?
Yaşamamdaki amaç ne?
Bilmiyorum açıkçası ama vardır bir bildiği.
Hala lazımım bu dünyaya.
Çok ilginç değil mi? Nefret ettiğimiz insanlar bu dünyaya lazım.
Her şeyin bir sebebi var.
Ne diyordum?
Mutsuz olduğum zamanki rutinlerimi bile gerçekleştirmiyorum artık.
İçim dışıma çıkana kadar ağlayıp sonrasında mala bağlamıyorum.
Bir hışımla aldığım günlüğümün sayfalarına sinirli ya da üzgün cümlelerimi aktararak başlayıp kahkaha atarak kapatmıyorum o defteri.
Piyanonun başına geçip acının verdiği ilhamla beste yapmıyorum.
Bir kağıda güzel herhangi bir şey karalamıyorum artık.
Duştan sonra saçlarım ıslakken dışarı çıkıp kulaklıklarımı takarak fotoğraf falan da çekmiyorum.
19. yaşım muhteşem.
Değil.
Öldü.
Ölen birine acımıyorum. İnsan kendine üzülüyor.
Ölen insanların bize acıdığını düşünüyorum aksine.
Bir an önce ölmek istiyorum.
Bu da bencillik.

17. yaşım güzeldi. Tabi 17 yaşındayken değil.

Beyninde tümör olan birini düşünün. Ağrıları oluyor ara sıra. Sürekli tedavi görüyor. Yorgun. Bezmiş.
İçinizden gidip ona yardım etmek gelir değil mi?
Oysaki benim durumum farklı. Bir hasta bana yardım etti.
Ben onu iyileştiremedim ama o benim için o durumdayken de çabaladı.

Bana onca insanın aksine "Sen iyi birisin Ayşe." dedi.
Onu özlüyorum.
Özlemek kötü.
Ama içinizde bir şeyleri canlı tutuyor.

Şarkılar bile tat vermiyor. İnanılır şey değil.

Keşke 19 yaşındaki Ayşe değil de...

Üf.

2 yorum: