20 Ağustos 2013 Salı

Çok değil iki yaz önce nasıl mutsuzum anlatamam.Hatta buraya da yazmıştım evden dışarı çıkmıyorum, kimseyle konuşmuyorum, sürekli kendimleyim.Kendim sorup kendim cevaplıyorum.Çok sıkılmamıştım bu durumdan sanki farklı bir insanla tanışmış gibi kendime alışmıştım.Hayır şizofrenik bir durum değil bu bence, belki kendimi dinlemekte geç kalmıştım ve bunu yapıyordum.Gün içinde yapmayı en sevdiğim şey günün başlamasını izlemekti.Siyahtan laciverte oradan sıçtın mavisine dönüp, sonra yavaş yavaş bulutlanmaya başlıyordu gökyüzü.Sonra iki üç kepenk sesi, onu izleyen motor sesi, kapının önünde durup kaskını çıkarıp gazeteleri alıyordu motorcu.Aparmanın önüne bırakıyordu.Anlayamadığım, apartmanda o gazeteden okuyan yoktu ama ısrarla oraya bırakılıyordu.Motorcunun içinde bulunduğu grubun görev aşkını takdir ederek bir taraftan da buna şaşırarak günü karşılıyordum.Her gün merak ettiğim tek şey 'nereye gideceğim?'di.Bunu düşünmeye başladığım o an mutsuzluğun yerini heyecan ve huzur alıyordu.Mutsuzluğun dönüşebilen bir duygu olduğunu o zaman anladım.Düşünmeyi bıraktıktan sonra eski halime geri dönüyordum.Heyecan kalp atışı sebebiyle çabuk geçen bir durum değildir.Demek ki mutsuzluk dönüşüyordu.Her duygumun arkasına gizleniyordu.Balkonların arasında koştururken bunu anlamam o zaman garip değildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder